O3  yani ozon gazı, medikal bir cihazla O2’den yani oksijenden elde edilen tıbbi bir  gazdır. Yüksek dozlarda çok güçlü mikrop öldürücü etkinliğe sahiptir. Tıbbi uygulamalarda doza bağlı olarak antimikrobial, bağışıklık sistemini uyarıcı, otoimmun hastalıkların akut dönemlerinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ve regüle edici etkisinden faydalanırız. Ozon tedavisinde önemli olan hastanın biokimyasal tetkik sonuçlarını ve klinik durumunu değerlendirerek kişiye uygun dozu belirlemektir.

Tüm holistik tıp uygulamaları gibi ozon da kişinin kendi iyileşme gücünü harekete geçirmeyi hedefleyen bir uygulamadır ve hastalıklar oluşmadan zaman zaman düzenli olarak uygulanması koruyucu hekimlik anlamında da son derece uygundur.

Ozon uygulamaları kişinin durumuna göre farklı yöntemlerle yapılmaktadır.

Vücuttan alınan 50-100cc kadar kanın kapalı bir sistemle ozon gazı ile karıştırılıp tekrar vücuda verilmesi uygulamasına “Majör ozon uygulaması” demekteyiz.

Minör ozon uygulamasında ise 2 cc kan ozonla karıştırılıp kas içine enjekte edilir.

Rektal ozon uygulamasında ozon gazı ince bir kanul yardımı ile rektumdan kişiye verilir.

İntraartiküler uygulamada ozon gazı eklem içine enjekte edilir.

Torbalama yönteminde ise diabetik ayaklarda veya dolaşım bozukluğuna bağlı yaralarda uzuvun torba içine alınıp ozon gazına maruz bırakılması ve bu şekilde mikropların yok edilmesi ve iyileşmenin sağlanması hedeflenmektedir.

Ozon gazı çok ince iğnelerle cilde enjekte edilerek estetik amaçla da son derece güvenli ve yan etkisiz bir şekilde kullanılabilir.

Bütüncül – Holistik tıp: Anne ve babamızdan gelen mikron bazındaki iki hücrenin birleşmesinden oluşmuş olan bedenimiz, her hücresi birbiri ile enerjetik ve kimyasal olarak bağlı bulunan bir bütündür. Anne karnında var olduğumuz zamanın 3 ay öncesinden maruz kaldığımız duygular, düşünceler veya besinler, toksik ve zararlı maddeler bedenimizin, zihnimizin ve ruhumuzun gelişimini direk olarak etkiler. Bedenimizin, zihnimizin ve psikolojimizin bu kadar bütünlüklü ve birbirine bağlı olduğunu fark ettiğimizde tüm hastalıkların tedavisinin de bütüncül bir bakış açısı gerektirdiğini  algılayabiliyoruz. Varlığımızın biofiziksel ve biokimyasal olmak üzere iki boyutu var. Bütüncül tıp yaklaşımı tüm hastalıkların öncelikle biofiziksel yani enerjetik bir bozukluktan kaynaklandığını  öngörür. Hücreler arası iletişim ve enerji akışı bozulduğunda kimyasal ve maddesel bozulma başlar. Akupunktur, homeopati, nöralterapi, biorezonans, manyetik alan tedavileri gibi uygulamalar enerji akışımızdaki, -bir anlamda- bozucu alanları tedavi  ederek bütünü tedavi etmeyi hedefler.